Türkiye'de halk tarafından az bilinen tango, doğduğu ülke Arjanti'nin başkenti Bounes Aires'te alt sınıf kültürü olarak doğmuştur. 1800'lü yılların sonlarına doğru bir çok Avrupa ülkesinde savaş,kıtlık ve ekonomik sıkıntılar yüzünden düzenli bir hayat yaşayamayacağını anlayan ve gelecekten umudunu kesen pek çok erkek, macereya atılarak, yeni bir hayata başlamak için hiç bilmedikleri bir kıta olan Güney Amerika'ya gemilerle göç etmişlerdi. Nereye giderlerse gitsinler aradıklarını bulamamış ve hayal kırıklığına uğramışlardı. Kendilerinide gittikleri yerde hep yabancı olarak hissetmişlerdi.
Bu baskı koşulları altındaki alt sınıf insanları yeni bir müziğin doğmasına yol açmıştır. Büyük kentlerde hayal kırıklığına uğrayan göçmenler sıkıntılarını, umutlarını ve başkaldırılarını tangoyla ifade etmişlerdir.
Tango, günümüzde sadece elit tabakanın tercih ettiği bir dans türü olarak bilinse de, çıkış noktası yokluk ve yoksulluk içinde acılar çeken insanların yaşamına dayanır. Olumsuz şartlarda yaşayan erkekler, kadınların kötü yola düşmesini ve hayal kırıklığı yaşamasını içki kadehlerinde ve genelev sokaklarında teselliye çalışmış ama buldukları kendi kadınlarının kokuları olmaktan çok, yokluk ve yoksulluğa başkaldıran bir müzik ve dans olmuş.
İşte tango, o erkeklerin ve kadınların yeni yaşamındaki gerilimi ortaya koymaya başlamış müzik ve dansın adıdır. Tango, baştan aşağıya yalnızlık, kıskançlık, yoksulluk, ihanet, bekleyiş, hüzün, umut, ve esrimedir...
Fakir ve en temel sosyal haklardan yararlanamayan insanların başkaldırı dansı ve müziği olarak ortaya çıkan tangonun ilk evi, Bounes Aires'te gemilerin en uğrak yeri olan Boca bölgesidir. Boca, rüzgar almayan, kapalı, korunaklı bir bölgedir. Aynı zamanda Boca "gırtlak" anlamına da gelmektedir. Tangonun gırtlak ile yakından ilgili olması belki de Boca'nın ironisidir.
Tango, içersinde hırçınlık, asilik, küstahlık gibi bazı duygular ile kalp kırıklıkları ve darmadağan olan hayallerle bezenmiş melankoliyi de içerir. Çünkü çocuklarını, eşlerini geride bırakarak bilmedikleri bir yere gelen göçmenler, erkek nüfusun artmasına neden olmuştur. Kadın nüfusun azlığı Bounes Aires'te fahişeliği bir endüstri haline getirmiştir. Böylelikle genelevler artarak işçi sınıfının eğlence mekanları halini almıştır. bu mekanların önünde kuyruklar oluşurken, sıra bekleyen erkekleri eğlendirmek için tango müzik grupları çalıştırılmaya başlanmıştır.
Tangonun en önemli özelliklerinden birisi de dans sırasında çok zengin doğaçlama fırsatları yaratmasıdır. Ayrıca tutkulu , kasvetli ve şehvetli görüntüsüyle de diğer danslardan farklı olduğunu gösterir.
Tango müziğinin ana çalgısı aslında Alman icadı olan Akerdeonun akrabası sayılan "bandoneon" dur. Tango, sözcüğünün kökeninin ise Afrika tamtamlarının çıkardığı "tan-go" sesinden türediği ve Latince dokunmak anlamına gelen "tangore" filinden türediği bilinmektedir.
Bounes Aires'te alt sınıfın yaşadıkları hayatta umduklarını bulamadıkları ve örgütlenme yeteneklerini yeterince geliştiremedikleri için muhalif bir ruh olarak vücut hareketlerine yansıyan tango, kısa bir sürede Amerika ve Avrupa'ya yayıldı. Amerika ve Avrupa'da üst sınıf kültürü olarak salonlarda bayanlı ve erkekli bir dans olarak eğlence dünyasına girdi.
Türkiye'de ise tango denilince akla ilk gelen isim Orhan Avşar olacaktır. Çocukluk ve ilk gençlik yıllarını Arjantin'de geçiren Avşar, aynı zamanda iyi bir bandoneon sanatçısıdır. Ekonomik sıkıntılarına rağmen ömrünü Türkiye'de tango müziğinin yayılmasına adamıştır. Türkiye'de genellikle gelinle damat sahneye çıkarken çalındığını bildiğimiz tango müziğinin adı ise İspanyollardan gelen "La Cumporsita" dır.
Kemal Sunal'ın "Yedi bela Hüsnü" filminde kız İsmetle yaptığı tango dansı hafızalarımızda tazeliğini koruyordur umarım...