Tılsımın boşluğundaki katmanlara tutunabilme ihtimalinin imkansıza yakın bir eylem olmasıbu konuyla ilgili net bir sonuca varmayı açıklamaya çalışmak şaşkınlıktan öteye gidemeyebilir. Yaşamın her alanına sinmiş olan "aşk" sonsuza dek yazılıp çizilse, yaşansa da o üç harfin yan yana gelişi bile onulmaz bir heyecanı kendiliğinden getiriyor.
Daha önce de değindiğim gibi bu konuyla ilgili sayısız yaşanmışlıklar ve farklı düşünceler var. Örneğin Montaigne aşk tılsımının eninde sonunda fiziksel temasa dayandığını söyler.
Kitapları ve söylenenleri bir yana bırakıp dobra dobra konuşacak olursak "Aşk dediğimiz şey, arzulanan bir varlıkta bulacağımız tada susamaktan başka bir şey değildir." diyor ve tıpkı tabiatın başka taraflarımızın boşalmasına kattığı haz gibiinsanların en ağırbaşlısını bile o malum hal içinde bir düşündün mü bütün ağırbaşlılığı bir yapmacık oluverir. Başka bir yerde az çok nazik olabiliriz; başka her iş kibarlık kurallarına uydurulabilir. Ama bu işin hayvanca ve gülünç olmayan şekli düşünülemez bile.
Aramaya kalksak bu iş bilgece ve edepli nasıl yapılabilir?
Tabiat bir yandan bizi bu arzuya doğru sürer. Gördüğü işlerin en soylusunu, en faydalı en güzelini de ona bağlamıştır. Bir yandan da "biz"i bırakır onu kötüleriz. Ondan ayıp, günah diye utanır kaçarız. Perhizini sevap sayarız.Türlü milletlerin dinlerinde var olan kurban, mum yakma, oruç, adak gibi ortak taraflardan biri de cinsel arzunun kötülenmesidir.
Montaigne'in bu düşüncelerine katılma veya katılmama hakkına sahibiz.
Bir de karşılığı olmayan, sorgulanmayan yani platonik aşklar vardır.Bu konuda ülkemizde akla ilk gelen Yunus EMRE'dir şüphesiz.
Yunus-u dürür benim adım
Gün geçtikçe artar od'um
İki cihanda maksudum
Bana seni gerek seni
Şiirini XII. yy'da yazarken Allaha olan bağlılığını ve O'na kavuşma arzusunu çok net ve içten bir şekilde şiirinde anlatmış.
Aşkın ne olduğu konusunda herkes kendine göre bir açıklama yapabilir. Farklı farklı düşünceler de ortaya çıkabilir. Ancak genel anlamda o üç harfin (aşk) yan yana gelmesi bile herkesin kalbinde bir heyecan fırtınasının kopmasına yeter.
Ben de aşk ile ilgili düşüncelerimi sorular sorarak anlatmak istiyorum:
Aşk iki özne arasında bağlantı kurma telaşı mıdır? İki özne arasındaki egoların tatmin yarışı mıdır? Yoksa öznenin soyut bir varlığa olan bağlılığı mıdır? Karşılığı sorulmayan, bilinmeyen platonik (Kökü Platon'dan gelir) bir ruh hali midir?
Tabi bu sorular çoğaltılabilir ve türlü cevaplar bulunabilir.
Bu konuyla ilgili ünlü halk ozanımız Aşık Veysel'in yaptığı açıklama en enteresan olandır herhalde.
Aşık Veysel'e aşk nedir diye sormuşlar. O da "İki kişi birbirini sever de kavuşamazlarsa buna aşk denir" demiş.