Demokrasi, Demokrasi Dedikleri-1-
Yaşadığımız sokakta, kahvede, meyhanede, dost meclislerinde, komşulukta yani yaşamın her alanında “demokrasi”den konuşmak, sohbetlerimizin vazgeçilmez temalarından biri olmuştur. Bildiğimiz kadarıyla demokrasi ve halk kavramları nitelik ve nicelik bakımından ayrılmaz bir iç içeliğe sahiptir.
Tabi her kavram gibi demokrasinin de bir tarihi vardır. Demokrasi sözcüğü Eski Yunanca’da demos ve kratos sözcüklerinin biraraya gelmesiyle oluşmuştur. Kratos, güç ve iktidar; demos ise halk manasına gelir. Yani demokrasi, halkın gücü anlamına gelir.
Halk kelimesi ise hem farklı dönemlerde hem de günümüzde başka başka anlamlarda kullanılmış bir kavramdır. Farklı düşünce akımları da halk kavramını kendi düşünceleri etrafında değişik içeriklerle donatmıştır. Bu farklı düşünceler, demokrasi fikrinin tek bir halk tanımı üstünden kurulamayacağını gössterir.
Demokrasinin olmazsa olmazı, başrol oyuncusu sayılan halk kimdir?
Mesela Aristoteles devlet idaresi süresince halkın olmazsa olmazı sayılan demokrasinin yozlaşmış ya da bozulmuş bir devlet biçimi olduğunu savunur. Bu durumda Aristoteles'e göre halk kimdir? Nedir?
Bunu anlamak için yurttaş kavramı ile halk kavramının aynı olmadığını bilmek gerekir. Yurttaş kavramının açıklamasını Aristoteles, Antik Çağ Yunanistan’ında belli başlı üç nitelikle sınırlar: 1) Yurttaş, köle sahibidir, kendisi dışında birileri ihtiyaçlarını karşılar. 2) Yurttaş, bulunduğu site (bugünkü manada “devlet”) içinde hane sahibidir. 3) Yurttaş, polisin (bugünkü manada “şehrin”) yönetimine doğrudan katılım gösterir.
Yani Aristoteles yurttaş kavramını iktidarın ortakları olarak görür. Bunların dışında kalanlar ise halktır. Yani köle sahibi olamayanlar, köylüler, bazı zanaatçılar, bazı tacir tüccarlar ve tefecilerden oluşan zümreler/tabakalar. Aristoteles bu toplumsal tabakaların iktidara ortak olmasına hoş gözle bakmaz.
Aristoteles’le aynı dönemde yaşamış fakat onun düşüncenin tam tersini savunan Epikurus (Antik Yunan felsefesinin en önemli düşünürlerinden biridir), köleleri de yurttaş kavramının içine dahil eder. Ortaçağdan Reform çağına gelindikçe halk çoğunlukla Aristokrasi ve soylular dışında kalanlar olarak tanımlanır. Ancak bu düşünceler zamanla aşılır.
Örneğin Martin Luther halk kavramını muğlak bir şekilde açıklayarak herkesi içine alan bir genelleştirme yapar ama genelleştirme çabası ve kullandığı insan kavramı şüpheyle karşılanır. Bu konuda Marx önemli bir açıklama yapar, ki bana göre en temel noktaya değinerek ve şöyle bir uyarıda bulunur: “Gerçekten, kendisinden önce egemen olan sınıfın yerini alan her yeni sınıf, kendi amaçlarına ulaşmak için de olsa, kendi çıkarını, toplumun bütün üyelerinin ortak çıkarı olarak göstermek zorundadır.” Marx’ın altını çizerek yaptığı bu uyarıya göre egemen sınıflar içinden gelen her iktidar, kendini bütün bir toplumun doğal temsilcisi ve dolayısıyla da herkesin çıkarını kollayan bir güç olarak tanımlar. Reform çağının ardından artık sık duyulmaya başlayan halk kavramı, zaman içerisinde sulandırılarak burjuva tarafından politik bir araç haline getirilmiştir. Burjuva, halk kavramını ve demokrasiyi güya halka dayanmak fikrine rağmen kullanmışsa da sonunda kendini halk kavramından soyutlamakta bulmuştur.
Günümüz liberal demokrasilerinin başlangıç örneklerini İngiltere ve Hollanda'da görebiliriz. İngiltere'de 1640-1688 yılları arasında yaşanılan iç savaş sonrası burjuvazi siyasi anlamda ağırlık kazanmış, kral ve kraliçenin alanını parlamento üzerinden kısıtlamıştır.
Bugüne gelindiğinde ise demokrasinin batıdaki iktidarlar tarafından aşındırıldığı gözlemlenmektedir. Buna bağlı olarak demokrasi kavramı Avrupa halkları tarafından bir mitos (eski dönemlere ait masal) olarak görülmekte ve tartışılmaktadır.
Mesela İngiltere ve ABD 2001'de Afganistan'a, 2002'de ise Irak'a asker gönderdiğinde halkın önemli bir bölümü bu kararlara karşı çıkmıştı ve tepki göstermişlerdi. Hem parti içinden hem de farklı kesimlerden gelen tepkiler, seçilen ve seçmen ilişkisinin sorgulanması için uygun bir zemin hazırlamıştır. Bu sorgulamadaki temel sorun, seçmenin daima iktidarla birlikte anılırken, aslında seçilenin baskısı altında kalması ve oyunu kullandıktan sonra etkisiz halde kalmasıdır.
Seçim, seçmen ve seçilen arasındaki, oy hakkı üzerinden gerçekleşen ilişkinin bir ifadesidir. Burada oy, seçmenin seçilene kendini temsil etmesi için gösterdiği rızanın karşılığıdır ve sürekli tekrar eden bir geleneğe göre oy vermek seçmenlerin kendilerini temsil edecek istek ve arzularını gerçekleştirecek kişileri seçtikleri bir düzen oluşturur. Ancak yaşanılan tecrübeler hiç te öyle göstermiyor. seçmenlerin çoğu kendi iradeleriyle çatışan bir güçle karşılaşırlar. Örneğin seçim bittikten sonra seçmenlerin karşı çıktıkları bir savaşa hükümet tarafından dahil olunması, seçmenlerin iradesi ile açıklanabilir mi? Seçmen, seçilenin yaptığı her şeye onay vermiş olabilir mi?
Seçmen seçimin ardından, daha baştan söz hakkını kaybeder; çünkü günümüz demokrasilerinde seçmenin sonradan yasama ve yürütmeye doğrudan katılması olanaksızdır. Burada hukuki açıdan yasama ve yürütmenin tek muhatabı seçilendir. Seçilen çıkardığı yasayla seçmenin hareket alanını belirler. Bu alınan kararlara seçmen rıza göstermediği takdirde tek yapacağı şey sivil itaatsizliktir. Ancak bu da kolluk güçleri tarafından bastırılıp sindirilmektedir.
Bu bilgiler ışığında artık içi boşaltılmış bir nesne olarak görülen demokrasinin her alanda ve seçmen için gerekli olduğu düşünülür. Zira Irak'a, Afganistan'a ve birçok ülkeye demokrasi adına seçmene rağmen müdahale edildi. Sonuçları ortada olan bu müdahaleler artık demokrasinin ne olup ne olmadığının tartışılıp gün yüzüne çıkarılması gerektiğine işaret eder...
Devam edecek...
Not:Bu yazıyı yazarken büyük ölçüde Önder Kulak’ın (“Seçmen, Seçilen, Temsil: Biri demokrasi mi Dedi?”, Kampfplatz Dergisi, sayı: 3, 2013) yazısından yararlandım. Yazımdaki açıklamaların çoğu, genç entelektüel Kulak’ın yazısıyla ortaklaştığım yaklaşımların paraphrase edilmesiyle imkanlı olmuştur. Bu durumu okurlarıma bildirmeyi fikri mülkiyet haklarına saygımın bir gereği olarak borç bilirim.