CUMHURİYETİN 100. YAŞINDA ATATÜRK’Ü AN(LA)MAK!
1938’den beri her 10 Kasım’da Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü saat 9.05’te siren sesleri, fabrika düdükleri, otomobil kornoları eşliğinde anıyoruz. Yaşadığımız şehirlerin Atatürk, Cumhuriyet ya da Kurtuluş Savaşı anıtlarına çelenk bırakıyoruz. Son on, on beş yıldır da sosyal medya hesaplarımızdan anma mesajları yayımlıyoruz. Örgün eğitim okulları, devlet protokolleri ve kimi sivil toplum kuruluşları bu anmayı gün boyu çeşitli etkinliklerle sürdürüyor. Bütün bu yapılanlar Cumhuriyetimizin kurucusu ve aziz silah arkadaşlarını hatırlamak ve onlara duyduğumuz minneti ifade etmek açısından elbette çok kıymetlidir. Bunları sürdürmek tüm Cumhuriyetçilerin görevidir.
Çuvaldızı kendimize batırmak pahasına yine de bir iki tehlikeyi de hatırlatmak gerek. Bu kıymetli anma etkinliklerimiz içerik ve katılımdan bağımsız bir şekilde giderek rutinleştiriliyor. Buda etkinliklerimizin hem amacından uzaklaşmasına yol açıyor hem de bir tür görev savma mukabilinden durumlar yaratıyor. Oysa ne Atatürk’ün ne de Cumhuriyetimizin kurucu kadrolarının bizden bu tip bir anma beklentisi hiç olmadı. Onlar vatan ve cumhuriyet için canlarını severek feda ettiler. İnandıkları değerler için mücadele ederek tarihin şanlı sayfalarına ve ebedi istirahatlerine çekildiler. Üstelik bizlere bunları, övünülecek bir eseri bırakarak yaptılar. Türkiye’yi bağımsız bir devlet olarak gelecek nesillere emanet ettiler. Bu yüzden bütün bu anmalar, törenler, balolar, anıtlar, sergiler, kitaplar, toplantılar, mitingler onlarn bağımsızlık mücadelesinin bizdeki kıymeti harbiyesini gösteren ölçülerdir. Bu şanlı geçmişi rutin alışkanlıklarla alelade kılmak onlara değil, bizlere, çocuklarımıza ve torunlarımıza zarar verir...
Bağımsız Hindistan’ın kurucusu Mahatma Gandi; “Mustafa Kemal Atatürk İngilizleri yenmeden önce biz, İngilizleri Tanrı gibi görürdük.” der. Benzer bir ifadeyi Latin Amerika halklarının önderleri de bağımsızlık mücadelelerinde ifade edreler. Ernosto Che Guevera ve Fidel Castro gibi liderler özel olarak Atatürk ve Cumhuriyeti kuruluş yılları ile ilgilenir. Bugün Küba’da ders kitaplarında Cumhuriyetimizin kuruluş hikayesi bu yüzden ders olarak anlatılır. Sadece Hindistan ve Latin Amerika’da değil, Mağrip ülkelerinde ve balkanlarda, Sovyetlerde ve Çin’de de kurtuluş savaşımız dünya ve siyasi tarih açısındankıymetlendirilmektedir. Anglosakson dünyada ve Avrupada zaten müttefiklik durumumuza görehayranlıkla karışık bir çatışma içinde Atatürk ve Türkiye tarihi analiz edilmektedir. Günün sonunda Atatürk, Kurtuluş savaşımız, bağımsız Türkiye Cumhuriyeti ve devrimleri dünya tarihine mal olmuş gerçeklerimizdir. Söz konusu olan bizim dünya tarihine mal olmuş ecdadımızı ve onların emanetlerini nasıl yücelteceğimizdir!..
O halde tekrar çuvaldızı kendimize batıralım ve içine düştüğümüz her yılgınlık ve yoksunluk koşullarında, dünya halklarının okuduğu ve öğrendiği, bizim de yanı başımızda bulunan ümitvar kaynaklarımızdan yararlanalım. Bu yıl dönümlerini söz konusu kaynaklarımızı anlamaya, bilim, fen ve sanatla geliştirmeye adayalım. Kurtuluş mücadelemizin ne menem bir gerçeklikte başladığını, insanımızı bu gerçekliklerle baş etmek için hangi yollara saptığını ve kaybolmuş, güçsüzleşmiş, idealsizleşmiş bir halktan nasıl bir özgürlük ideali üretildiğini hatırlayalım. Sadece sirenler ve hamasi nutuklar değil, çelenklerle ve sloganlarla değil gerçek bir nutukla kavrayalım. O nutuk elbette en başta Atatürk’ün Nutuk’udur. Atatürk Nutuk’ta gün gün, yer yer, olay olay, taktik taktik, strateji strateji kurtuluşun, bağımsızlığın ve Cumhuriyetin hikayesini, ümidin nasıl yeşertildiğini ve zaferlerle taçlandırıldığını anlatır. Kurtuluş savaşının tekrar yinelenmemesi için iktisadi bağımsızlığı ve bilimin rehberliğini asla terk etmememizi salık verir.
Bugün ülkemiz bilerek ya da bilmeyerek Cumhuriyetin nimetlerinden yararlanan ama ona değer vermeyen, inkar eden ya da görmezden gelenlerin, adeta mirasyedi savurganların çoğunlukta olduğu bir yer olmaya doğru hızla ilerliyor. Unutulmasın ki Cumhuriyet halktır, her şeye rağmen halkın kendini ifade etmesinin araçlarını üretmeye yarayan bir rejimdir ama bu rejim, halkın çoğunluğunun istek ve arzularına göre değil, en özgür bireysel hakların korunduğu ve geliştirildiği, hukuk devleti niteliğini geliştirmeyi amaçlayan bir rejimdir. Yani cumhuriyet demoktarikleştikçe bağımsız bir halk iradesi olmayı hak eder. Aksi takdirde Cumhuriyet oligarşilere ve diktatörlüklere dönüşür. Bu yüzden unutulmamalıdır. Cumhuriyetin ruhu bağımsızlıksa, karakteri katılımcı demokrasidir. Atatürk ve arkadaşlarının bize bıraktığı miras: Cumhuriyetimizi katılımcı demokrasi ile yaşatmak zorunluluğudur. Cumhuriyet ancak o zaman kimsesizlerin kimsesi olabilir.