İnsan kimi zaman dinlediği müzikten, izlediği bir filmden ya da gördüğü bir davranıştan büyülenir. Kendi gerçek dünyasının dışına taşar, taşmak ister. Sürekli devinir ve edilgenliğin zincirini kırmak için hayal dünyasını zorlar. Yaşadığı ortamın koşulları her ne olursa olsun yetmez ona. Türlü arayışların içine girer. Daha fazlasını, daha iyisini, hep iyisini ister. Sekseninde de olsa ister bunu. Mesela Arjantin’li şair Jorge Louis Borges, seksen beşinde bir ömürden damıttığı hayat tecrübesini yazdığı muhteşem “Anlar” şiirinde aktarmış ve okuyucusunu büyülemiştir. Bizim komünist şairimiz Nazım Hikmet’in sözlerini de, Borges kendi evinin tavanına yazdırmıştır.
Anlatmak istediğim konu bu değil aslında. İç savaştan, savaşın getirdiği zorluklardan ve zorlukların içinden doğan bir aşkın bir insanı ne kadar üretken ve pozitif bir hale getirdiğini ve artık dünyada bir fenomen olan bestenin doğuşunu anlatacağım. Bu bestenin bizim 68 kuşağını da etkilediği bilinmektedir.
“O sahneyi çok iyi somutladım. İdam günü gelip çatınca, o sevdiğim, alıştığım giysilerimi giyeceğim: Postallarımı, parkamı. Beyaz ölüm gömleğini giydirmek isteyecekler, giymeyeceğim. Kesin. Direneceğim ve giymeyeceğim.
Öyle her zamanki eyleme gidiş tavrımla gideceğim. Yok, traş falan da olmayacağım.
Gidip, oturup, önce bir sigara yakacağım orada. Sonra demli, sıcak, güzel bir çay içeceğim.
Haa bak Rodrigo’nun o ünlü gitar konçertosunu dinlemek isterim orada. Bak bunu çok isterim. Sanırım asılacak bir insanın son isteğini geri çevirmezler. Bunu isteyeceğim, kesin isteyeceğim. Gelmeleri gerek. Çünkü bizden sonrakilere umut verecek bu sahne. Asılışımız güme gitmemeli. İpe nasıl gittiğimizi, gelecek kuşaklara anlatacak doğru dürüst, güvenilir görgü tanıkları bulunmalı orada.
” Evet, hepimizin bildiği gibi 68 kuşağı önderlerinden Deniz Gezmiş’in emperyalizme karşı verdiği mücadele sonrası asılmaya gitmeden önce yazdığı duygu ve öfke dolu satırlardır bunlar. Özellikle Rodrigo’nun “Gitar Konçertosu”nu dinlemek istemesinin de, verdiği mücadelenin derinliğinin bu besteyle örtüşmesi açısından oldukça manidardır. Bu konçerto 20. yüzyılın en ünlü İspanyol bestecilerinden Joaquin Rodrigo’ya aittir. Gerçek adı Concierto de Aranjuez’dir.
1901 yılında Valencia’da doğan Aranjuez üç yaşında geçirdiği difteri hastalığı yüzünden dünyaya açılan pencerelerini yani gözlerini kaybeder. Kendisinde var olan yeteneği ise o yıllarda fark edilir. Dönemin kompozisyon ve armoni üstadı olan Francisco Antich’ten armoni dersleri, yine dönemin önemli üstatlarından sayılan Enrique Goma ve Eduardo Lopez Chovanni’den piyano dersleri alır.
O yıllarda İspanya iç savaşla boğuşmaktadır. Açlık, yoksulluk, sürgün, hapis ve salgın hastalıklar insanları yıldırmaktadır. Ülkesindeki iç savaş Rodrigo’yu Fransa’ya sürükler. Orada üstat Paul Dukas’ın öğrencisi olur. Ünü ve besteleri artık ülke sınırlarını aşmıştır bile.
1933 yılında Sarbone Üniversitesi’nde tanıştığı Sefarad Yahudilerinden bir Türk’e âşık olur. Sefarad Yahudisi gönlünü Rodrigo’ya, Rodrigo da gönlünü bu ona kaptırır. Öyle ki bu Sefarad Yahudisi tüm müzik kariyerini yarıda bırakacak ve sevdiğinin asistanlığını yapacak kadar çok sevmiştir Rodrigo’yu. Rodrigo da dünyaca tanınmış ve milyonlarca hayran kitlesine sahip olmasına rağmen ölene kadar hep o kadınla ömrünü geçirecektir. Rodrigo’nun âşık olduğu kadın, Victoria Kamhi, 1905 yılında İstanbul’da doğmuştur. Küçük yaşlardan itibaren piyano eğitimi almış ve bu konuda çok sayıda eserler vermiştir. Kamhi, Viyana’da dönemin ünlü üstatlarından piyano eğitimi almış, Fransa’ya burslu gitmiş ve o esnada Rodrigo ile tanışmıştır. İkili 1933 yılında evlenmişlerdir.
Birçok kişinin “Bu insan işi olamaz!..” diye nitelendirdiği Rodrigo’nun “Gitar konçerto”su üç bölümden oluşmaktadır. Birçok rivayet olmasına rağmen Rodrigo’nun bu konçertoyu, Madrid’in Güneybatı’sında küçük bir kasaba olan Aranjuez’de ölen ilk çocuğu için yazdığı düşünülür.
Kamhi eşine o kadar aşıktır ki “Kör bir adama dünya gözü ile bakmak yetmez!..” diyerek eşine tutkuyla bağlanmıştır. Başta da anlattığım gibi Rodrigo’nun “Gitar Konçerto”su insanı büyüleyen ritmik bir ruha sahiptir. Kimi zaman yaşamın tüm ağırlığının altında kalmış gibi hissettirir kimi zaman yıldızlara uzanırcasına hafifletir insanı. Adından sıkça bahsedilen ve yan yana olmazsa eksik kalacağı düşünülen iki kelime “aşk” ve “devrim” bir müzikle bu kadar mı güzel örtüşür!