1960’lı yıllarda sanayileşme ile başlayan göç dalgası, büyük kentlerde aşırı yığılmalara neden oldu. Aşırı göç nedeniyle en fazla etkilenen kentlerden İstanbul’da ise altyapısı hazır olmayan mahalleler kurulurken, akşamdan sabaha bitirilen evler yapıldı. “Gecekondu Mahalleleri” denilen bu yerleşim birimlerinde yaşayan yoksul insanlar, kapitalist üretim tarzı yeni yeni yayılmaya başladığından fabrikalarda düşük ücretle ve güvencesiz çalışmaya başladılar. Sınıf hareketlerinin yaygınlaşmasına neden olan bu üretim tarzı (emek-sermaye çelişkisi) hesapsız kitapsız yapılan mahallelerde yaşamak zorunda olan insanların her birinin yaşam öyküsüne trajediler yüklemişti.
***
“İstanbul’un taşı toprağı altın” heyecanıyla Anadolu’nun dört bir yanından sabanını, tarlasını terk eden insanlar bu mahallelerin kurulmasına ve yeni mahalle kültürünün oluşmasına vesile oldular. Geldikleri yerlerdeki örf, adet ve sıcak insan ilişkilerini de getirerek buralarda sürdürmek istediler. Birbirlerine kasabalarındaki gibi lakaplar takarak seslenmeye devam ettiler. Çarli Cevat, Kavanoz Nuri, Hatçe Abla, Kolombo… Aslında bu lakaplar, o mahallelerde yaşayan insanların kasabalarında bıraktığı sıcaklığı ve samimiyeti yeniden hatırlanmasının aracıdır.
Şimdi bu isimlerin geçtiği ve o anlattığım sıcaklık ve samimiyet derecesiyle örtüşen bir filmden bahsedeceğim. Yönetmenliğini Kartal Tibet’in yaptığı; Türkan Şoray, Bulut Aras, Adile Naşit, Şener Şen, İlyas Salman ve bir çok unutulan ismin oynadığı Sultan filmi…
Birinci Boğaz Köprüsünün geçeceğini önceden haber alan, rantçı kişilerle işbirliği yapıp mahalledeki evleri tek tek satışa çıkaran mahallenin muhtarı, muhtarın yakuşıklı ve çapkın oğlu Kemal, Kemal’in mahalledeki komşu ve arkadaşları, sürekli karısını döven Çarli Cevat, karısı sürekli hamile olan Kavanoz Nuri, mahallenin bekçisi Kolombo, mahallenin bakkalı Sümsük bahtiyar efendi, mahallenin ebesi, aynı zamanda herkesin Hatçe Ablası, üç çocuklu, dul ve mahallenin en güzeli, eli sopalı Sultan…
***
1978 yılında çekilen bu filmin, aslında aynı dönem çevrilen Selvi boylum Al yazmalım filminin, haksız yere gölgesinde kaldığını düşünüyorum. Sultan sadece aşk filmi gibi görünmesine rağmen bütün sorunlarını sergileyen, komedi, dram, hüzün ve aşk temalarını birlikte işleyen ve zamanın İstanbul yaşamına “cuk” oturuyor.
Selvi boylum Al yazmalımdan daha güzel olduğunu düşündüğüm Sultan, bizim çocukluk yıllarımızın mahalle ve komşuluk ilişkilerindeki samimiyeti ve dostluk havasını ve dönemin sosyoekonomik sorunlarını “güzel” aktarıyor.
***
Kapitalizm sonrası toplumlarda, Sultan’da sergilenen insan ilişkilerindeki aynı samimiyeti ve sıcaklığı yakalamak hoş bir şey olurdu. Bunu nostalji olarak ruhumuzda yer verebiliriz sanırım…
Teşhislerin çok doğru kardeşim.